Özel günleri kutlamada gösterdiğimiz ilgi/alaka ve hassasiyeti, maalesef şehrin sorunları ve sorunların çözümü üzerinde gösteremiyoruz.
Dün ‘Öğretmenler Günü’ idi.
Kutlama mesajlarına bir bakın hele… Gazeteler, face ve twitter başta olmak üzere, her türlü medya parçasında, ‘kutlama’ için yarış yapıldı adeta.
Ulviyeti ve kutsiyeti tartışılmaz; Cennetin anahtarları anaların ayakları altında denmiş ana için. En kutsal meslek denmiş öğretmenlik için… Hatırlanması kadar önemli bir meslek gerçekten. Annelerin çocukları için göze aldıkları ‘sorumluluk duyguları’ aynen ‘öğretmenler’ içinde geçerli.
Bu vesile ile bir gün ile kifayet etmeyecek, öğretmenler gününü ‘her gün’ geçerli olmak üzere kutluyoruz.
Ancak, bu yörenin, ülkenin sorunları da ‘Anne’ ve ‘Öğretmen’ kadar önemlidir bence. Zaten, ‘vatan’ tarif ve tatbik olarak ele alındığında bir ‘ana’ ve ‘öğretmenden’ farklı olmadığı görülür.
Şu aralar, şehrimizde de fazlaca bulunan, topraklarından sökülmüş atılmış ‘yabancı uyruklu’ insanların halini görüyor musunuz? Tıpkı, anne ve öğretmen şefkatinden mahrum çocuk gibi, sahipsiz, korkak ve düşünceli dolaşıyorlar.
Bir ‘lokma- bir hırka’ muhtaçlığı içinde, ‘ana eli’ arayan çocuk gibi, ‘şefkat’ arıyorlar.
Hali vakti yerinde olanların, bu insanlara, ‘ana ve öğretmen şefkati, ayarında değer kazanacak, yardım elini uzatmaları en büyük dileğimizdir.
Gelelim, sorunların ellenmesi, dillenmesinde.
Bu şehrin sahibi sadece belediye ve merkezi atamanın Zonguldak’taki temsilcileri değildir.
Yani, atanmışlarla, seçilmişler…
Bu şehrin sahibi, bu şehirde yaşama bilincine ulaşan, ‘şehirlilik bilinci’ dediğimiz, sahiplenme duygusuna sahip herkestir.
‘Sahiplenme duygusu’ dediğimiz, sorunlar karşısında keyf ve üzüntü duygularını hissedip, yansıtmaktır. Yani, ‘sahiplenmek’ ve ‘paylaşmak’ cesareti.
‘Ne var ki bunda. Herkeste vardır bu duygu’ diyenler olabilir. Herkeste vardır elbette. Ancak, yansıtma işinde ‘sorun’ var bu şehirde.
Siyasi ve bürokratik kademelerde olanların, bu konuda cesur davranamayışını anlarım.
Çünkü, ‘kabul’ yada ‘ret’ dedikleri olaylarda, karşılarına alacakları kişi ve ya kuruluşlar olabilir.
Bu kişi ve kuruluşlar, makam ve mevki sahiplerinin geleceklerini olumsuz etkileyebilirler. Onun için seçilmiş ve atanmışların, daha ziyade korkak ve ‘çıkarcı’ olanları, gelişmelere ‘kayıtsız’ kalabilirler.
Ancak, kendilerine ‘Sivil Toplum’ diye isim takanlar veya kendilerini bu şekilde ‘lanse’ edenlerin, hiçbir şekilde ‘kaypak’ ve ‘korkak’ davranmaları söz konusu olamaz.
Çünkü, kabul ettikleri çatı veya tabela altı, gelişen olaylar karşısında suskun kalmamalarını ister.
Korkakların, zayıf ve cahillerin, bu çatılar altında mücadele etme hakkı ve şansı yoktur.
Zaten, ‘duyarsız’ kalınmayan her olaydan sonra, bünyelerindeki ‘moral’ değerleri basınç yapıp ‘ego’ ve ‘özelliklerini’ arttırır. ‘Örnek’ kişilikleri, çevrelerinde yayılır ve ‘bireysel’ ilişki olmaktan çıkıp, ‘toplumsal’ etkinliğe dönüşür ki; bu ‘samimi duygu’ sorun çözümünde ‘ortak payda’ oluşturur.
Zonguldak, maalesef, ‘tabela derneği’ yada kendilerine ‘Sivil Toplum Kuruluşu’ diyenlerin çoğunlukta olmalarına rağmen, etkinliklerinin görülmediği ildir.
Bunun sebeplerini ise, sadece ve yine kendileri bulup, çözeceklerdir.
‘Bir anne on çocuğa bakmışta, on çocuk bir anneye bakamamış’ sözü en güzel örnektir.
Zonguldak, bir dünya insana bakmış, beslemiş büyütmüştür. Ancak, bu gün ‘sorunlar yumağı’ durumundadır. ‘sorunların harman olduğu yer’ durumundadır.
Zonguldak’ta yaşayanlar, Zonguldak’ın çocuğu durumundadır ve ‘anne şefkati’ ‘öğretmen eli’ düşüncesiyle, Zonguldak’a sarılmalıdır. Zonguldak’ın bu hale gelmesinin nedeni, ‘hayırsız evlat’ şikayetiyle de değerlendirilebilir.
Ne olursa olsun. Zonguldak bu gün ‘anne şefkati’ ile sarılıp, kucaklanıp, değerlendirilmelidir.
Sorunların üzerinden gelmenin yolu, Zonguldak’ı sevmekten geçmektedir. ‘Sevmek’ kelime olarak yerleştiği beyni, evirir-çevirir ‘şefkat’ bilincine dönüştürür.
Öğretmen şefkati, ilmin, hizmete dönmesiyle kaimdir.
Elbette istisnalar kaideyi bozmaz.
Gerisi kolaydır artık.
|