Yine bir pazar günüydü: ertesi günün pazartesi olduğunu hatırlatıp, artık yapamadığın ne varsa, yaptırmaya çalıştıran.
Aslında bu fişlemede, haftanın günlerinin hiçbir suçu yoktu.
Onlara bu isimleri veren insanlardı.
Pazartesi diye adlandırılan günün sevilmemesinin, elle tutulur bir sebebi yoktu. İnsan biraz tembeldi. İlk iş günü olduğunu hatırladığı için, sevmedi hiç pazartesiyi.
Aslına baktığımızda, kainatın bu mükemmel döngüsünde, her şey sırası geldikçe görevini yapıp, sessizce sahneyi terkediyordu.
Güneş her gün doğuyor, bir süre kalıyor, sonra yerini aya bırakıyordu. Biri diğerinden rol çalmaya çalışmadığı gibi, gayet mütevazi bir şekilde sahneden ayrılıyordu.
Ayrıca hiçbiri biraz daha fazla kalıp, öyle çekileyim demiyordu.
Güzel geçtiyse pazar günün ya da güzel şeyler getirecekse bu günün; ne farkeder takvimde hangi gün olduğunun? Nasıl geçiyor zaman? Anlar mı insan?
Tam tersi; geldiyse beklenmedik bir haber, sardıysa seni bir keder, insanı bazen cumartesi de üzer. “İnsan değil midir?” zaten yaşamın her anını nitelendiren: sıradan, kötü, güzel...
Ruh halin iyiyse sana her gün güzel, ama ya kötüyse olursun her gün müptezel.
Sanırım; hayatın bu keşmekeşliğinde her anını güzel, kötü, kaliteli, sıradan yapan tamamen insanın ruh hali.
Kimimiz bir rutine bağlamış, her gün miskin. Kimimiz yoğun. Azimli, hırslı kimimiz. Kimimiz yorgun.
Takvimdeki yapraklar mı yordu bizi?
Hızlıca geçen günler, aylar, yıllar mı? Bir yerlere yetişmeye çalışan atlı gibi, hiç birşeye yetişememek mi?
Ya da bu kadar çabaya rağmen, gerçeğinde hiçbir şeye yetememek mi?
Aslında ne olduğunu bile anlayamadan geçen çocukluğumuza mı, yoksa gençliğimize mi kırgınız?
Toyluktan dolayı kaçırdığımız fırsatlara mı? Ya da yaptığımız hatalara mı kızgınız?
Yoksa; bu toyluk veya hatalardan dolayı yaşadığımız hayatlara mı öfkemiz?
“Şöyle demeseydim, böyle yapmasaydım?” diye bazen yumuşak, bazen sert bir şekilde döndüğümüz virajlara mı öfkeliyiz? Geri dönüşü olmadığını düşündüğümüz yollara mı?...
Geçmişin bir karesine takılmış kalmış herbirimiz.
Oysa hızlı bir tren gibi, son hızla gelmekte gelecek. Biz orada takılı kaldığımızdan, geçmişine çakılı bir şekilde geleceğe taşınıyoruz.
Öyle meşgulüz ki; önümüze çıkan fırsatları görmeden geçiyoruz.
Anın tadını çıkarmayı öğrenmemişiz hiç, bilmiyoruz. Oysa bir anda oluverir herşey.
Göz açıp kapayana dek, değişir konumlar bazen.
Bazen de düşünceler ve davranışlar anlık olur...
Aslolan, şartlar ne olursa olsun duruma göre hal almak.
Sergilediğimiz her tutumla, insan olmanın tadına varmak.
Kırmadan, dökmeden, örselemeden, yargılamadan anlamaya çalışmak. İçten oldukça, sevdikçe, saydıkça, ne güzel şey yaşamak!
Instagram/tcneslihanyuksel
Facebook/İçsel Algılar
Blog/icselalgilar.blogspot.com
|