Türkiye’de bir kesim şatafatlı hayat sürüyor, bir kesimi ekmek alacak para bile bulamıyor.
Şatafatlı hayat sürenler;
Siyasetçiler, sanatçılar, futbolcular, teknik direktörlerin bir kısmı, zengin iş adamlarının, holding sahiplerinin çocukları vs.
Bir tarafta su gibi para harcıyorlar, bir tarafta sokaklarda “abi açım ne olur bir ekmek parası” diye yalvaranlar.
Türkiye’de 2017 yılı Mayıs ayı itibariyle açlık sınırı 1.529 TL., Yoksulluk sınırı ise 4.979 TL.
Bugün Türkiye’de açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren kesim emekli, asgari ücretli. İşçi ve memurlar ise yoksulluk sınırının altında hayat sürüyor.
Televizyonları izliyoruz, gazeteleri okuyoruz, sosyal medyayı yakından takip ediyoruz.
Kimler ne kadar ücret alıyor bu haberleri magazin programlarından öğreniyoruz.
Ünlü ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu yıllık 600 bin TL alıyormuş. Türkiye A Milli Takım Direktörü Fatih Terim aylık 291.066 Euro alıyormuş, televizyona canlı yayına çıkan, açık hava konserlerine çıkan sanatçıların aldıkları 1-2 saatlik ücretleri dudak uçuklatıyor. Ünlü televizyoncu Acun Ilıcalı yaptığı her program hem olay, hem dünyanın parasını harcıyor.
“Nereden geliyor bu değirmenin suyu” diye de kimse sormuyor galiba.
Türkiye’nin “ünlü”leri bol para kazanıp, en lüks otellerde ve yurt dışı tatillerinde en lüks yerlerde tatil yaparken, bizim gibi emekli ve asgari ücretle geçinen açlık sınırının altındaki ve yoksulluk sınırının altındaki işçi ve memurlar üç kuruşun hesabını yapıp, vergisini zamanında ödeyip, elektrik, su, telefon faturalarını gününde ödemek zorunda kalanlar tatillerini deniz kenarlarında değil, köylerine gidip hem fındık topluyor, hem kışlık yiyeceklerini temin ediyor.
Ünlülerinki de hayat, bizim gibi çulsuzlarınki de hayat.
Biz ünsüzler; yine de o ünlü denilen, boya küpüne düşmüş, renkli dünyaların insanları, televizyonların peşinden koştuğu sanatçıların haberlerini kızsak da, küfür etsek de, nefret etsek de izliyoruz.
Kim nerede ne yapmış, kim kiminle aşk yaşamış, kim kimi kandırmış, kim hangi barda, kim hangi otelde kaçamak yapmış bunları izliyoruz.
Onlar hayatlarını yaşıyor, biz onları izliyoruz maalesef.
Türkiye’nin gündemini onlar belirliyor sanki.
Türkiye’de terör olayları varmış, enflasyon çift hanelere tırmanmış, işsizlik artmış, açlık ve yoksulluk sınırı yükselmiş kimin umurunda.
***
Türkiye’de hele bir de Deniz Seki denilen bir sanatçı var ki, sormayın gitsin.
Kadın uyuşturucu satıcılığından cezaevine girip çıkıyor.
Bu kadının her cezaevine girdiğinde onlarca kamera peşinde, cezaevine girişi de haber, çıkışı da haber.
Cezaevine girişinde de onlarca kamera ve hayranları tarafından alkışlanarak içeri giriyor, çıkışında da alkışlarla karşılanıyor.
O da bir kahraman edasıyla kameralara “timsah gözyaşı döküp” ağlıyor, haksızlığa uğradığını söylüyor.
Türkiye’de bugün hiçbir sorun kalmamış ki, birkaç günden beri televizyonlar, gazeteler ve sosyal medya fenomenleri Deniz Seki’nin haberlerini paylaşıyor.
Şimdi bu kadın, birkaç yıl uyuşturucu satıcılığından cezaevinden yattı ya, bir kaset çıkartır, milyonlar bunun şarkılarını dinler. Bir yerde konser verir, yine binlerce kişi alkış tutup şarkılarına eşlik eder.
Ya bu kadın uyuşturucu satıcığından cezaevinde yatmadı mı?
Hani biz ülke olarak uyuşturucuya karşıydık.
Çocuklarımızı uyuşturucudan uzak tutmak, gençlerimizi uyuşturucunun pençesinden kurtarmak için kamu spotu ile halkı bilgilendiriyorduk. Uyuşturucunun çok kötü bir illet ve öldürücü olduğunu söylüyorduk.
“Uyuşturucu ticareti yapmak” suçundan aldığı 6 yıl 3 aylık hapis cezası onanan ve önceki gün tahliye olan Deniz Seki ve onun gibiler aslında kötü bir örnek.
Hem uyuşturucuya karşı mücadele veriyoruz, hem bu tip haberleri flaş haber olarak veya internet sayfalarında manşetlerden veriyorlar.
Vay halimize denekten başka ne diyeyim.
|