Aslında güzel bir yer Zonguldak ve havalisi.
Havalisinden kasıt, denizi, dağı, çarşı ortası ve ilçelerinden bahsediyorum.
Her geçen gün şehir sıkışıyor. Siyaseti, ticareti ve sosyal hayatı açısından sıkışıyor.
Birkaç gündür, şehirdeki ‘otopark’ sorunundan bahsediyoruz, farkında mısınız?
Şehir merkezinde cadde ve kaldırımlar ‘bedava otopark’ olmuş durumda.
Bedava otopark meselesi ‘yasal’ bir durum değil. Gayri kanuni bir durum… Hem trafik, hem de belediye bu konuda görmemezlikten geldiği için, bu ‘nahoş’ manzara ortaya çıkıyor.
Aslında, şehrin yasal olan açık ve kapalı otoparkları ‘dolu’ değil.
Şehirde bir ‘idari laçkalık’ olduğu için, halkın kullanım alanları işgal edilmiş durumda.
İşin kötü tarafı, Zonguldak’a dışardan arabası ile gelen bir vatandaş, aile; cadde-kaldırımların otopark olduğunu görünce, ‘otoparklar dolu’ zannedip, ‘rezalete uyup’ kaldırım işgali yapıyor ya da şehir dışına park edip, işini görmeye çalışıyor.
Ortada bir sorun var. Ve bu sorunun halledilmesi elzem olmuş artık.
Bunun için, topu öteye-beriye atmanın bir manası yok artık. Hele de Üniversite olan bir şehir de, bu durum halledilemiyorsa, sorundan kurtarılamıyorsa, bu ‘acizlikten’ başka bir şey değil.
Bu gün şehirde 160 bir araç var. Yol yok, otopark yok.
4-5 yıl önce şehrin baş belası sorunu hava kirliliği idi. Kış geldiği vakit, kömür isi olan karbonmonoksit çökerdi mahallelerin üzerine. Nefes alamaz duruma gelirdik. Çözüm doğalgaz da bulundu. Bu gün Allaha şükür, ‘pis hava’ sorunu yüzde 70 oranında sona erdi.
‘Çözüm yok’ diye bir şey yok. Hadi Belediye ve Şehircilik Müdürlüğünde bu konuya çözüm bulacak birileri yok. Üniversite ne güne duruyor?
Aslında, bu şehirde, sorunları irdeleyip çözüm bulacak nitelikte insan var. Ancak, şehirde bir çekememezlik var. İnsanlar birbirini sevmiyor. Sevmediklerini karalamaktan zevk alıyorlar.
İnsanların birbirlerini karaladıkları yerde, toplumsal mutabakattan bahis mümkün mü?
Olayın içine siyaset girdiği için, toplum ikiye bölündüğünden, kurumların olay ve insanlara bakış açısı da farklı olmuyor.
Dolayısıyla ‘kurumsal mutabakat’ da zaafa uğruyor.
Mesela, şehir merkezinde Uğur Mumcu kavşağı. Bir kavşak düzenlemesi yapılacak. Ortaya atılan ilk proje üzerinde tartışma başlatıldı. Projenin üzerinde ‘tartışma’’ çıktı. Konu ile ilgili görüş beyan edenler, toplantılara davet edilmedi.
Elbette konu üzerinde birikimi olan ya da ‘yetkisi’ olanların bir araya gelmesi kuvvetle muhtemel bir olay. Ancak, konu ile ilgili bilgisi-görgüsü olduğunu iddia edenlerin dışarıda tutulması ne demek? ‘senin kafan çalışmaz’ diyene kadar, bir dinlenmesinde fayda yok mu?
‘Belediye-Karayolları- Trafik bu işleri çözmeye yeter’ demenin anlamı var mı?
Kıskanmanın, karalamanın, fikrin üstün olmasından korkmanın ne gereği var?
Ortada bir hastalık var, ‘şifa’ aranıyor değil mi? Hasta ‘şifa’ bulsun da kimden bulursa bulsun.
Fikre saygının olmadığı yer de, insanların fikrini rahatça söylemek için ortaya çıkmalarını beklemek kadar aptalca bir durum olabilir mi?
Fikre saygının olmadığı yerde, ortaya atılan fikir üzerinde birleşmek kadar zor bir olay da yok. Fikre saygının olmadığı yerde, katılım ve paylaşım olmaz. Her şeyden önce, yapılan iş ‘gönüllü’ olmaz. Yapılan işin yanında olanlardan çok muhalefeti olur. Her kafadan bir ses çıkar, görüntü krliliği kadar gürültü kirliliği ile kalınır.
Yapılacak olan, ‘saygı’ kelimesinin tarif ve tatbikini yeniden keşfetmektir. Bilmek değil, özümsemektir. Özümsemek, ‘saygı’yı, hayata geçirmektir. Karşındakinden beklediğini, karşındakine gösterebilmektir.
Zonguldak gerçekten güzel bir kent.
Ancak, bu güzelliği zorlaştıran içinde yaşayan bizleriz.
|